Kadıköy’ü ‘yuva’ belleyen bir yazar olarak Fuat Sevimay, karşı yakaya geçerek ‘Kapalıçarşı’yı yazdı. Kapalıçarşı’yı, ruhu olan bütün çarşıların romanı olarak gördüğünü söyleyen Sevimay, ‘’Mekân Kapalıçarşı ama orada yaşananlar pekala Kadıköy Çarşı’da ya da başka bir çarşıda da yaşanabilirdi. Kadıköy bugüne kadar benim için ana malzeme olmuştur, bundan sonra da olacaktır’’ diyor
Çevirmen ve yazar Fuat Sevimay, bugünlerde yeni romanı ‘Kapalıçarşı’nın heyecanında. Çocukluğundan büyülü dünyasından nasibini aldığı bu çarşının o büyüsünü 25 yıl sonra kaleme alarak herkesle paylaşmak istemiş. Sevimay’la hem Kapalıçarşı’yı hem Kadıköy’ü konuştuk.
Henüz okuyamamış okurlar adına şunu sorayım; adından anlaşılıyor ama Kapalıçarşı neyin romanı?
Kapalıçarşı, efsunlu bir mekânın romanı. Bir mekânın yüzlerce yılı, binlerce masalı ve uçsuz bucaksız insanı nasıl birleştirdiğinin hikâyesi. Ne olup bittiğine gelince, her şey Fatih zamanında kurulmasına karar verilen Kapalıçarşı için, Marmara Adası’nda mermer yontulmasıyla başlıyor ve sonra o mermer ocağının sahibinden, ustasına, mimarbaşından esnafına, Levanten’inden Acem’ine, dedesinden torununa, yolu çarşıyla kesişen muhtelif insanın başından geçen masalsı hikâyeleri okuyoruz. Büsbütün hayali olaylar fevkalade gerçek olaylara karışıyor. Baba İlyas’tan Leonardo’ya, Pir’den Nazar Usta’ya dek bir dizi kişi kol geziyor ve mesele dön dolaş günümüze geliyor. Büyük kısmı tarihte geçmekle birlikte tarihi olmayan, büyük kısmı mizahi olmakla birlikte derdini alttan alta dillendiren bir metin.
Romanınız pek çok detay içeriyor. Bunları nasıl topladınız-gözlemlediniz?
Hayatın kendiliğinden getirdiği bilgilerin yanı sıra üzerine çalışılıp romana yedirilen de çok fazla unsur var. Örneğin çarşının kuytu köşelerinde devam eden kimi mesleklerin, o mesleğin günümüzdeki erbabıyla görüşülüp aktarılan detayları var. Antikacılardan örücülere, gramofon ustalarından saat tamircilerine varana dek muhtelif mesleğin incelikleri kastettiğim. Bununla birlikte akan hikâyelere sinen birtakım ritüellere dair Ahi kitaplarından, Bahriye ansiklopedilerinden, mimari tekniklerden derlenen bilgiler mevcut. Ve çarşıda geçirilen uzunca saatlerin gözlemleri ekleniyor. Tüm bunları malumatfuruş sıkıcılığına düşmeden, keyifle yedirmeye çalıştım metne ve umarım başarılı olmuşumdur, çünkü en büyük amacım okura Kapalıçarşı’nın keyfini ve büyüsünü yansıtmaktı. Bugüne kadar gelen okur değerlendirmelerinden de bu anlamda çok olumlu dönüşler alıyorum ve bu beni pek mutlu ediyor.
Romanınızı “küçüklüğünüzde sizi elinden tutup Kapalıçarşı’ya götüren babanıza” ithaf etmişsiniz. Bir zamanlar Kapalıçarşı’da çalışmışsınız da. O günlerin romana etkisi vardır kuşkusuz. Biraz anlatır mısınız?
Orta birin yaz tatili başladığında ben, her çocuk gibi sokakta top peşinde koşturma hayalleri kuruyordum ama sizin de andığınız gibi babam bir sabah elimden tutup, Kapalıçarşı’daki bir esnaf tanıdığımızın yanına götürdü beni. Eti senin kemiği benimin çağdaş şekli bir nevi. İlk birkaç gün, kendimi sudan çıkmış balık gibi hissettiğimi halen anımsıyorum ama sonrası bir büyük keşif, her günü ayrı lezzetli bir hikâyeydi benim için ve liseden mezun olana kadar her yaz iki ayımı çarşıda bir ayakkabıcıda çalışarak geçirdim. O günlerde çarşıya dünyanın dört köşesinden insan gelirdi ve onlarca dilin tınısı çınlardı duvarlarda. Çarşı esnafının hepsi nevi şahsına münhasır insanlardı ve ben çarşının sokaklarında kaybolmaya, o büyülü dünyayı bir seyyah merakıyla dolanmaya bayılırdım. İşte o nedenle, yaklaşık yirmi beş yıl sonra o büyünün romanını kaleme alıp herkesle paylaşmak istedim.
‘’Vakti müsait olanların kitabı alıp çarşıdaki bir mekânda okuması ve arka planda çarşının doğaçlama sesini dinlemeleri çok lezzetli olabilir” demişsiniz. Okurlarınız için oraya bir tur düzenlemeyi düşünür müsünüz?
İlerde neden olmasın. Belki bir dernek yararına, edebiyatla mekânın harmanlandığı harika bir iş çıkabilir. Zira çarşının anlatacağı çok fazla hikâye var ve bugüne kadar kimi dostlarımla bu deneyimi paylaştığımda hepsinin büyülendiğini ve çok memnun kaldığını gördüm.
Romanınızın ödül alması –hele ki yayınlanmadan– bir yazarı nasıl etkiliyor?
Ödül, yapayalnız kalkıştığınız bir işte, birilerinin ve hem de duayen birilerinin, senin ve yaptığın işin farkındayız, demesidir ve bu yönüyle müthiş bir motivasyondur. Gerek Kapalıçarşı’nın aldığı ödül, gerekse öncesinde yazdığım birtakım metinlerin aldığı ödüllerin kıvılcım etkisi yarattığını ve her yazarın yaşadığı o yalnızlık hissini bir kenara koyduğunu söyleyebilirim.
Siz Kadıköy Anadolu Lisesi mezunusunuz, hatta oraya “yuvam” diyorsunuz. Oradaki öğrencilik yıllarınızın, o zamanki Kadıköy’ün, bugünkü Fuat Sevimay’daki yansımaları neler sizce?
Hem Kadıköy Anadolu Lisesi ve hem de Kadıköy benim için yuva ve memlekettir. Anılar biriktirdiğim, yetiştiğim ve var olduğum mekânlardır. Memleketin her köşesinde çok güzel çaylar demleniyordur muhakkak ama benim için çay, Bomonti’de içilendir. Çamlık denince herkesin aklına bir yerler gelir, fakat biz Kadıköy Anadolulular için dersi kırıp denizi seyrettiğimiz, hülyalı gözlerle ilk kesiklerimizi attığımız, dost sesinin çınladığı köşedir. Memlekette çok az okulun Kadıköy Anadolu kadar köklü kültürü vardır ve ben, evet, mezunu olmaktan gurur duyuyorum. Bugün memlekette zulüm kol gezerken, biat etmeyip sorgulayan, dik duran insanlara baktığımızda işte bu geleneği olan okullardandır o insanların birçoğu. Ve ben de edebiyatımla bir şeyleri sorguluyor, ses çıkarmaya çalışıyorsam, o sesin tohumunun atıldığı yer Kadıköy Anadolu’dur.
Kapalıçarşı’yı yazdınız, bir gün de Kadıköy Çarşı’yı yazmayı düşünür müsünüz?
Kapalıçarşı’yı aslında ruhu olan bütün çarşıların romanı olarak görüyorum. Evet, mekân Kapalıçarşı ama orada yaşananlar pekala Kadıköy Çarşı’da, Bursa’nın Koza Hanı’nda, İzmir’in Kemeraltı’sında ya da Beşiktaş Çarşı’da yaşanabilirdi. Öte yandan daha önce yazdığım roman ve öykülere, Bağdat Caddesi’nden Yeni Sahra’ya, sahil yolundan Erenköy’e dek bir çok Kadıköy mekânı belirgin bir şekilde sızmıştır. Bir de özellikle anmak isterim, Haydar Paşa’nın Evi isimli, çocuğun kent dokusuna ve mirasına sahip çıkma hevesini anlatan bir çocuk kitabım vardır ki en sevdiğim kitaplarımın başında gelir. Kadıköy bugüne dek benim için ana malzeme olmuştur, bundan sonra da olacaktır.
Siz de bilirsiniz ki Kadıköy geçmişte pek çok yazara, yazar buluşmalarına ev sahipliği yapmış, edebiyat damarı güçlü bir yer. Keza günümüzde de. Handiyse Kadıköy “yeraltı edebiyatı”nın da merkezlerinden biri olmuş durumda. Bu süreci, genç yazarları takip ediyor musunuz? Gözlemleriniz neler?
Elbette. Kişisel anlamda birçok yazar arkadaşımla buluşma mekânımdır Kadıköy Çarşı ve o sohbetler dön dolaş ustalardan genç kuşağa dönenir durur. Bu yönüyle Kadıköy fokur fokur kaynayan ve müthiş leziz kokular üreten bir kazan gibidir. Özellikle, en sevdiğim mekânların başında gelen Gemide akşamlarına kimin nereden düşeceği belli olmaz. Sahaflarından Haydarpaşa Kitap Fuarı’na, kitabevlerinden Edebiyat Müzesi’ne varana dek Kadıköy’ün bu anlamda Türkiye’nin en şanslı ilçesi olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım.
Çarşamba günleri Bağdat Caddesi’ndeki Gergedan Kitabevi’nde “Türk Edebiyatı Seminerleri”niz sürüyor mu? Sürüyorsa şunu sormak isterim, deminki sorumla ilintili olarak: Kadıköy, yazarlara olduğu kadar pek çok kitabevine, sahafa da ev sahipliği yapıyor, keza Kadıköylüler de okumayı seven insanlar. Kadıköy okurlarına dair neler söylemek istersiniz?
Evet, edebiyat söz konusu olduğunda evim bildiğim Gergedan Kitabevi’nde, ekim- mayıs ayları arasında çarşamba ve cumartesi günleri edebiyat atölyeleri, salı akşamları da söyleşilerimiz devam ediyor. Bu anlamda, zor dönemlerde dirayetle bu işi sürdüren Rüyam Hanım’a ve sevgili Eylem’e teşekkürü, edebiyatsever olarak borç bilirim. Kadıköy’ün okur profiline gelince, benim tanıyabildiğim insanların edebiyat zevki çok yüksek. Sadece keyfi, popüler okumalar yapmak yerine, edebiyat üzerinden hayatı sorgulayan ve anlamlandıran çok nitelikli bir okur yapısı var Kadıköy’ün. Eski Şehremini, yeni Edebiyat Müzesi’nde herhangi bir etkinliğe katıldığınızda yahut muhtelif mekânlarda süregelen söyleşilere kulak misafiri olduğunuzda işin detayına hâkim bu okurları hemen fark edersiniz ve ülkenin geleceğine dair umudunuz tazelenir. Çünkü Kadıköy, sanatın ve edebiyatın, dolayısıyla umudun nefes aldığı topraklardır.
Biraz afaki bir soru olacak ama; bu çağda yaşayan bir yazar olarak illaki günümüz olaylarından etkileniyorsunuzdur, sanatın başka dallarında üretim yapanlar gibi. Kadıköylü bir gazeteci olarak haberlerini yaptığım ve dikkatimi çeken şey sanatçıların son günlerde kentsel dönüşüme odaklanmış olmaları. Bununla ilgili bir müzikal aktivite-eylem yapıldı, iki tiyatro oyunu vb. sahnelendi yakın zamanda. Demem o ki (Erenköy’de yaşıyordunuz, son iki senedir de Üsküdar’da) siz bir Kadıköylü yazar olarak kentsel dönüşümü yazınınızda işlemeyi düşünür müsünüz?
Sanırım beklediğiniz cevap bu değil ama çok kişisel nedenlerle hatta belki de küskünlük ya da kırgınlık nedeniyle kentsel dönüşümü işlemeyi düşünmüyorum. Şöyle ki; hayatının kırk yılı Erenköy’de geçmiş ve memleketimizin klasik “nerelisin” sorusuyla karşılaştığında “Erenköylüyüm” diye yanıt veren bir kişiyken, kentsel dönüşüm denen rezil rant kavgası nedeniyle (aksini düşünenlere de pek saygım yok, kimse kusura bakmasın) memleketinden kaçmak zorunda kalan, yerinden yurdundan edilmiş birisi olarak görüyorum kendimi. Benim nerede yaşadığım çok önemli değil elbette ve Üsküdar’ı da çok seviyorum ama dönüp baktığımda da burası Erenköy diyebileceğim bir yer kalmadı, çocukluğumun geçtiği sokakların yerinde yeller esiyor artık. O hafriyat kamyonlarının ve göğe meydan okuyan binaların yer aldığı sokaklar artık semt değil benim gözümde. Bütün bunları kurgusal bir metne dökecek olursam da kalemimin ucunun çok keskin olacağından korkuyorum açıkçası. O nedenle bu işi sanatına taşıyan arkadaşlar çok doğru ve güzel bir iş yapıyorlar ama ben, andığım nedenlerle pek düşünmüyorum “kentsel ölüşüm” kepazeliğini işlemeyi.