Hergün önünden geçtiğimiz, belki o mermere oturup arkadaşlarımızla buluştuğumuz, bazı günler sokak müzisyenlerinin müzik yaptığı, herkesin toplanma ve randevu verdiği Kadıköy mühürdar meydanı..Günün her saati canlı, bazen bir sevgili elinde bir çiçekle sevdiğini bekler, bazen bir sokak müzisyeni düşünceler içinde üfler klarnetini..Kimi sigarasını yakmış, mermerlere oturmuş düşünmekte, kimi koşturarak vapura yetişme derdinde kaynaşır gider bu meydanda..
Oysa kimse pek dikkat etmez yada sadece bir bakış atar geçer meydanda bulunan pirinçten yapılmış timsah heykeline..Birde yanında eski yunanca yazılmış bir kitabe..Göz ucuyla süzer, gider herkes..Hayat temposu, koşturmaca gizli bir tarihi es geçmesine neden olur. Kimse sormaz bu timsahın anlamı ne, neden timsah, kanarya neden yapmamışlar ki, Fenerbahçe Cumhuriyetiyiz ya biz gibi bir yığın düşünce ve fikirler de atılır üstelik ortaya..Oysa o timsah bu topraklarda, antik çağda şimdi yaşadığımız Kadıköyümüzün bir kimliği gibi bize bakmakta ve bir şeyler anlatmak istemektedir. Sanki dile gelecek, neden buradayım, neden ben, hadi bir kez dinleyin beni diye haykırmak isteyecektir.
Serin bir akşamüstü, Ekim ayının kendini gösterdiği bu havalarda dayanamadım, mühürdar meydanına indim, timsah heykeli sessizdi, suskundu. Meydandaki kalabalığa bakıyordu sadece. oturdum yanına, hafifçe sırtına dokundum, birden şaşırdı, bana döndü. Merhaba dedim, ilk başta çekindi cevap vermeye ama sonra içtenlikle merhaba dedi bana. Ben Kadıköylüyüm dedim, gurur duyuyorum Kadıköylü olmaktan. Tebessüm etti bana, ben en eski Kadıköylüyüm dedi. Biliyorum dedim. Ama başkaları da bilmek isteyecektir, anlatmak ister misin diye sordum. Gözleri ışıldadı, belki de o gün gelmişti işte..Yüzüme baktı ve Çok çok eskiden diye hikayesini anlatmaya başladı, bende bir elimde kalem, bir elimde kağıt başladım timsahın anlattıklarını not almaya..
Strabon’u duydunmu hiç?
Strabon, MÖ 64 – MS 24 yılları arasında yaşamış Roma Cumhuriyeti döneminin tarihçi, coğrafyacı ve filozofu. Yaşadığı dönemde çok gezmiş, görmüş, yazmış. Bugünkü Amasya ili sınırları içinde varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Nereden bilebilirmiş ki o zamanlar büyüdüğünde Dünyanın ilk Coğrafyacısı olacağını..
Gençliğinde atmış kendini yollara, bir nevi günümüz sırtçantalı gezginleri gibi ki bunlardan biri benim, o dağ senin bu tepe benim dolaşmış ta dolaşmış. Uzun yıllar sonunda da Antik Dünya hakkındaki coğrafya kitabını yazmış ve bayağı ün yapmış.
Amasya’da ölmüş. Roma,Yunanistan,Mısır,İskenderiye ve tüm Anadolu’yu dolaşmış, yıllarca adımlamış. Attığı her adımı yazmış, not almış.
Olgunluk çağında Historika Hypomnemata (Tarihi Hatıralar) adlı bir yapıt (bugün kayıptır) yazmış.Bayağı da uğraşmış bu yapıt için, ter dökmüş. Bu yapıt tamamlandığında tam , 43 cilt olmuş ve Polybios tarihinin bir devamı niteliğinde tarih sayfalarında yerini almış. Korinthos ve Kartaca’nın (MÖ 146) yıkılışından Sezar’ın ölümüne kadar olan süreyi notlara döken bu zat-ı muhteremin bu dev yapıtından sadece günümüze Yalnız 19 parçası bulunmuş antik kazılarda…
İşte antik yılların bu tarihçi, coğrafyacı ve filozofu yaptığı yolculuklarda rotasını Şimdinin Kadıköy’ü, o zamanların Kalkedon’unada çevirmiş. Tabi bunu yapmalıydı çünkü o zamanların Kalkedon’u uygarlıkta çok ileride bir toplumdu ve Kalkedon’lular savaşçı bir topluluktu.
Kalkedon’lular bugünkü Haliç’in Unkapanı’yla Eyüp arasında oturan Traklarla, Fenike kentleriyle, İzmit’teki Bitinyalılarla, Bergama Devleti’yle ticaret yaparlar ve bu sayede cam eşya, altından küpe, yüzük gibi süs eşyası yapmasını ve mermeri işlemesini iyi öğrenmişlerdi. Kentlerinin kapısına “Khalkedon” yazılı kitabeler asmışlardı. İşte Strabon bu şartlarda o zamanın bu uygarlığına bir ziyarette bulundu, gezdi, dolaştı, misafir edildi, ne de olsa bu toprakların bir evladıydı o da.. Bir gün adımlarken bu muhteşem şehirde bir şey dikkatini çekti; Denizin hemen kıyısında, içeri taraflarda bulunan bir pınar..Suyu berrak, temiz..Ama başka bir şey vardı bu pınarda, farklı bir şey, hareket eden karaltılar..Yaklaştı pınara, dikkatle baktı ve onları gördü..Hemen çıkardı notlarını, mürekkebini, tüyden yapılmış divitini..Heyecan içinde, bir gözü pınarda, bir gözü notlarında döktü satırlara bu anı..”Denizden biraz içerde, içinde küçük timsahların yaşadığı bir pınar var” cümleleri ile başladı ve yazdı, yazdı.. Nereden bilebilirdi ki yine bu yazdıklarının tarihe atılan bir çentik olacağını ve 21.yy Kadıköy’ümüzün sembolü olacağını…
Bu timsahlı pınarın Kadıköy’ün ne tarafında olduğu günümüzde bilinmemekte ama Kurbağalıdere’nin (Kuşdili Deresi) yatağını alüvyonla doldurmadan önce, bugünkü Uzunçayır civarında bulunması olası bir ihtimal. Anadolu’nun Romalılar tarafından istila edildiği yıllarda bazı esir ve kölelerin timsahlara kurban edildiğini tarih kitapları yazmakta, ve bu döneme göre Strabon’un “Kalkedon’un biraz içersindeki küçük pınarda timsahlar vardı” cümlesini anlamak pek de zor olmayacaktır kanımca.
İşte Antik çağ zamanında Kadıköyümüzde timsahların yaşadığını, hem de hergün binlercemizin geçtiği, mesai saatlerinde, haftanın her günü bir koşturmacanın yaşandığı Uzunçayır civarında anlatan bir belge niteliğindeki bu notlar günümüzde heykel olarak selamlamakta bizleri. Timsah susmuştu. Baktım gözlerine, işte dedi yanımda bulunan bu kitabede yazanlar da sana yukarda bahsettiğim ”Denizden biraz içerde, içinde küçük timsahların yaşadığı bir pınar var” cümleler…
Sustu sonra, hava iyice serinlemiş hatta soğuk vurmaya başlamıştı. Usulce kalktım timsahın yanından, giderken mırıldandım ona; bu yazı okunduktan sonra daha çok sevenin ve seni anlayanın olacak. Ve neden burada olduğunu..Vedalaştık ve ben bahariyeye doğru adımladım, aslında oradada altıyolda başka bir hüzünlü hikayesi ile beni bekleyen Boğa Heykeli vardı ama onun hikayesini başka bir sayımızda yazacağım.
Son söz olarak,
Kadıköy Timsahımız hakkında bunları yazdıktan sonra objektif davranarak timsah heykelinin bir başka yönünü daha yazmak zorundayım. Heykel açılışı olduktan sonra çeşitli haber kaynaklarında ve medyada Kadıköy’de yaşayanların timsahlar değil kertenkeleler olduğu belirtildi. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden fosil bilimci Prof. Dr. Mehmet Sakınç, İstanbul’da hiçbir zaman timsahın yaşamadığını söyledi. Sakınç, “Timsahlar akarsularda ve göllerin bazı bölgelerinde yaşar. İstanbul’un genç dönemlerinde denizde fok balığı ve pelikanlar bulunmuştu. İstanbul tropikal bölge değil” dedi.
İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’nden Prof. Dr. Vedat Onar da, İstanbul’un ikliminin timsahlar için elverişli olmadığını ifade etti.
Kadıköy Belediyesi’ni yanlışa götüren bilginin Amasyalı bilgin Strabon’un Coğrafya adlı kitabı olduğu ortaya çıktı. Hatta kitaptan alınan bölüm heykelin yanına da yazıldı. “Yazıda şunlar yer alıyor: “Khalkedon’daki (Kadıköy) tapınağın içinde küçük timsahların beslendiği bir pınar vardı.” Yapılan inceleme sonrasında metindeki timsah kelimesinin çeviri hatası olduğu belirlendi. Bu yanlışı Eski Çağ Tarihi Uzmanı Prof. Dr. Oğuz Tekin makaleyle belgeledi.
Bu noktada ise bir Kadıköylü olarak bende fikrimi burada, köşemde belirtmek istedim; Bir çeviri hatası olduysa aslında bu çeviri hatasına şöyle bakmak gerekmekteydi kanımca; Kertenkele timsahın evrimsel olarak aynı türden kardeşi, boyutsal olarak farklı genetik kimlikte evrim geçirmiş olabilir. Ama boyutları ile gerçek bir kimlik kazanmadan görsellikle büyük olan kertenkelelere timsah denilmesi antik çağda normal karşılanması gereken bir olgu diye düşünüyorum.
Latince de kertenkele=acanthodactylus olarak yazılmakta ve timsah ise = acataphractus olarak yazılmakta. Adlar ne kadar benzemekte dikkat ettiniz mi? Kısaca burada yapılan çeviri hatasından çok antik çağda Kalkedonda yaşamış büyük kertenkele yada timsah her ne olarak adlandırılmışsa bunun heykelini yapan Kadıköy Belediyesinin bu tarih bilincine sahip çıkmasından dolayı tebrik alması gerektiğidir. Günümüzde en azından bu heykel vasıtası ile antik Kalkedon tarihi ve Strabon’un hikayesinin Mühürdar Meydanında bizi selamlaması bir Kadıköylü olarak ziyadesiyle beni çok mutlu etmektedir.
erdem gürses